23 Şubat 2015 Pazartesi

Katılımcı Ekonomi: Geleceğe Bakmak


GÜNDEM


Ana Sayfa » GÜNÜN İÇİNDEN » Katılımcı Ekonomi: Geleceğe Bakmak

Katılımcı Ekonomi: Geleceğe Bakmak

Katılımcı Ekonomi ekolünün eleştirel bir değerlendirmesine giriyoruz. “Geleceğe Bakmak: 21. Yüzyıl İçin Katılımcı Ekonomi” (Michael Albert, Robert Hahnel, 1991. Türkçe çevirisi: Ayrıntı yay. 1994) “Katılımcı Ekonomi: Kapitalizm Sonrası Yaşam”(M. Albert, Aram yay, 2004), “Kapitalizm Ötesinde Yaşam: Umudu Gerçeğe Dönüştürmek” (M. Albert, 2006, BGST yay., 2008) “Socialism Today and Tomorrow”(1981, Bugün ve Yarın Sosyalizm, Türkçe çevirisi yok) gibi kitaplarından ve Zmag.org’daki yazı ve söyleşilerinden yararlandık. “Geleceğe Bakmak”ın Türkçe baskısı kalmamış durumda, ancak internetten e-kitap olarak indirilebilir.
gelecege-bakmak20120604140540Noam Chomsky’den Abdullah Öcalan’a katılımcı ekonomi ekolu
Katılımcı Ekonomi, esasen liberter komünizm, anarko komünizm, sol komünizm ve konseyler komünizmi gibi akımların bir devamcısıdır. Her birinden kimi farklar da içeren başlıbaşına uluslar arası bir akımdır. M. Albert, R. Hahnel, S. Shalom, Noam Chomsky öne çıkan temsilcileri arasındadır. Önceki teorik çalışmalarıyla birlikte ilk popüler çıkışını, Sovyet Birliği’nin çöküşü sırasında yayınlanan “Geleceğe Bakmak” kitabıyla yaptı. Oldukça yaygın ilgi gördü, tartışıldı. 21. yüzyılın başlarındaki küresel kriz, antiküreselleşmeci hareket ve “sosyal forumlar” döneminde gördüğü ilgi büyüdü. Katılımcı Ekonomi’nin yarattığı ilgi, kapitalizm ile birlikte geleneksel sosyalizm anlayışını da tümden reddetmesine, alternatif olarak önerdiği bir tür sosyalist konseyler ekonomisi anlayışının özel mülkiyet, piyasa ve “koordinatör sınıf” dediği ayrıcalıklı bir yönetici katman olmadan uygulanabilir popüler bir modellemesini geliştirmeye çalışmış olmasından kaynaklanır. Bir dönemki “başka bir dünya mümkün” sloganında belli bir etkisi vardır.
Yayıncılık, internet, atelye çalışmaları, katılımcı ekonomi enstitüsü, forumlar, simulasyonlar, tartışma ve polemikler dahil progapaganda alanını oldukça etkin ve pedagojik yöntemlerle kullandı. Geleceğe Bakmak, sunum tarzı açısından, oldukça çetin ekonomi-politik konularını, ekonomi-politikten hiç anlamayanların kafalarında canlandırabilecekleri biçimde anlatmak, hemen her sayfada karikatürler, grafikler, şemalar, spotlar, özlü söz ve alıntılar, her konu bağlamında alternatif modelin örnekler üzerinden nasıl işleyeceğinin canlandırılması, okurların ilk elde aklına yatmayacak yerlerde soru ve yanıtlar, kapitalist ve geleneksel sosyalist muarrızlarıyla hayali tartışmalar gibi yöntemlerle okumayı zenginleştirir. İnterneti ilk ve en etkin biçimde kullanan sol harekettir. Yayınevinde de, işçi konseyleri, öz yönetim, işlerde rotasyon ve dengeli iş bileşimlerinden oluşan katılımcı çalışma organizyonunu uygulamasıyla, ayrıca ilgi çekmiştir.
Aynı etkiyi son kriz sürecinde gösteremedi. Yıllardır süren isyan ve direniş dalgalarında Katılımcı Ekonomi’nin eski popülaritesi yoktu. Nedenlerini kabaca şöyle açıklanabilir: Katılımcı Ekonomi, sol komünist gelenekte çoğunlukla olduğu gibi, bir parti veya örgütten ziyade, bir propaganda akımıdır. 90’lı yıllarda gördüğü ilgiye karşın, neoliberal kapitalizmin ortaya çıkardığı yeni düzleme karşı modelini geliştiremedi. Hep aynı şeyleri büsbütün haplaştırıp yinelemekle yetindi. Katılımcı Ekonomi’nin yarattığı tartışma ile birlikte siyasal yönetim, eğitim, kadın, ekoloji ve diğer alanlarda benzer alternatif modeller üretmeye dönük yoğun istekleri karşılayamadı. Örneğin “yönetim sistemi, yargı, aile ve akrabalık ilişkileri, din, cemaat, ekoloji, bilim ve teknoloji, eğitim, sanat” gibi konuların yer aldığı 2006 tarihli “Kapitalizm Ötesi Yaşam: Umudu Gerçeğe Dönüştürmek” tam bir tükenişin ifadesiydi. Aile, çocuk yetiştirme, eğitim sistemi, din gibi konularda belirgin biçimde liberal reformizme kayan görüşleri hayal kırıklığı yarattı. Asıl mesele, kapitalizmin neoliberal düzlemi belirginleştikçe, alternatif ekonomi modelinin 80’li ve 90’lı yıllardaki şu veya bu düzeyde varolan radikalliğini giderek törpüleyip kaybetmesidir. Her zaman bir tartışma gündemi olarak varolduğu “sosyal forumlar” dönemi, son parıltılarının da sosyal liberalizm içinde eriyip gitmesine yol açtı.
Örneğin Katılımcı Ekonomi kuramında daha önce üretim ve tüketimin konseyler, toplumun komünler temelinde örgütlenmesiyle bütünleştirilirken, komünal örgütlenme fikri her kitapta biraz daha geri çekildi, sonra ortadan kayboluverdi! Sosyalizm kavramını bile bir yana bıraktı. Katılımcı Ekonomi’ye geçiş için daha önce “ekonomik devrim” öngörürken, kapitalizm koşullarında devrimsiz, örnek uygulamaların yaygınlaşmasıyla geçileceği tarzındaki klasik ütopik-reformizme doğru çözüldü. En güçlü iddiaya sahip olduğu ekonomik alternatif sorununa, toplumsal muhalefetin ilgisi azalırken, öne çıkan “katılımcı, çoğulcu, özerkçi” liberal demokrasi eğilimlerinden de kendini ayıramadı. Gerçi Katılımcı Ekonomi teorisinin kapitalizmi reddeden ve devrim öngören ilk biçiminin, günümüzde revaçta olan “katılımcı demokrasi” anlayışlarıyla ayrımı belirgindir, ancak her türlü iktidarı ve devrimi reddetmesiyle, giderek ikisi iç içe geçmiştir. Nitekim Öcalan’ın “katılımcı, özerkçi, ekolojik, komünal ekonomi” anlayışı “radikal demokrasi” kadar “katılımcı ekonomi” vizyonundan belirgin esintiler taşır.
KB9789758242962Katılımcı Ekonomi: Büyük tarihsel dönemeç, büyük sezgiler ve bugün
Katılımcı Ekonomi vizyonu, Sovyetler Birliği’nin çöküş süreci ve sonrasında, kapitalizmin küresel dönüşüm sürecinin hızlandığı geçiş döneminin bir tür alternatif “ütopik sosyalizmi” olarak değerlendirilebilir. “Ütopya” demek haksızlık gibi görünebilir; oldukça ciddi çalışmalar toplamının ürünüdür. İşçi konseyleri temelinde toplumsallaştırılmış bir ekonomi organizasyonunun pratik uygulanabilirliği, en azından nasıl uygulanabileceği konusunda bir ilk fikir verir.Okuyacak işçinin, işçi konseyleri demokrasisine dayalı bir ekonomik organizasyon tarzını, toplumsallaştırıcı bilgi, karar, uygulama bütünlüğünde düşünebilmesini sağlar. Sosyalist planlı ekonomi perspektifine, en zayıf kaldığı ve en çok ihtiyaç duyduğu, her düzeyde konseysel ilişki ve işleyiş biçiminin (salt teorik değil) pratik-uygulanabilir bir modelini geliştirmeye çalışması açısından önemli katkılar içerir.
Katılımcı Ekonomi’yi yine bir “ütopya” olarak tanımlamamız, işçi konseyleri demokrasisi temelinde bir sosyalist üretim ilişkileri örgütlenmesini imkansız görmemiz değildir – tam tersine bizim de savunduğumuz budur! Modelin çıkışını kapitalist sistemin (geldiği gelişme düzeyinin) içindeki uzlaşmaz çelişkilerin somut tarihsel gelişiminin bilimsel incelenmesinden almıyor oluşu, kapitalizmin sonraki gelişme biçimlerini bu açıdan araştırıp modelini geliştirmeye gerek görmemesi, her türlü ekonomik gelişme düzeyinde uygulanabilecek bir dizi evrensel ilke formüle etmekle yetinmesidir. Kapitalizm ve sınıf bileşimlerindeki sonraki yapısal değişimleri, bunların sosyalizm teorisine getirdiği yeni sorun ve olanakları kavrayamamasına, kendisini geliştirip güncellemek yerine, geriye doğru çözülmesine yol açmıştır. Devrim ve her türlü iktidar sorununu inkar etmesi, Küba ve Kürt ulusal hareketi gibi muhalif rejim ve hareketlere propagandasının uygulamaya geçirilmesi için yeterli olacağını sanması, ütopizmi konusunda başka söz gerektirmez.
Geleceğe Bakmak’ta (1991) sosyalizmin koşullarına yeni girdi olarak yeni gelişim sürecinde olan enformasyon teknolojisi (bilgisayar ve kredi kartları) vardır. Üretimin toplumsal-teknik temelinin, üretim ve emek organizasyonunun, işbölümünün, sınıf yapı ve bileşimlerinin sonraki 20 yılda geçirdiği büyük değişimler ise: Hiç! Bu yüzden enformasyon teknolojisinin üretim sürecine ve gündelik yaşama henüz büyük çaplı girmediği, büyük çaplı yapısal dönüşümlerin başlangıç dönemlerinde, bunun getirebileceği alternatif ekonomi ve yaşam olanaklarının farklı organizasyon ve ilişki biçimleri altında neler olabileceğini göstermek açısından haklı bir ilgi görmüştür. Ancak sonrasında kapitalizmin gerçek tarihsel dönüşümüne yanıt veremediği gibi içinde eriyerek, alternatif olma iddiasını yitirmiştir.
Fourier’nin klasik ütopik sosyalizmi için söylediklerimiz, yine büyük bir tarihsel dönüşüm sürecinde ortaya çıkan Katılımcı Ekonomi vizyonu için aynen geçerlidir. Katılımcı Ekonomi, büyük çaplı ekonomik-toplumsal değişimin tarihsel anlamının sezgisel olarak kavranmasına, hem de bu değişimin içindeki yeni bir gelecek olanağının farkına varılmasına doğru önemli bir adımdır. Bir yandan üretici güçlerde yeni gelişmelerin doğurduğu olanaklar temelinde kapitalizmin ve geleneksel sosyalist ekonomi deneyiminin her ikisini de aşma eğilimini gösterir… Diğer yandan üretici güçlerin gelişimindeki tıkanmaya karşı kapitalizmi yeniden düzenleyerek “mükemmelleştirme” (“ideal kapitalizm”) fantazisine eğilim gösterir. Önerdiği tüm alternatif çözüm yöntemlerinde, birbiriyle çelişkin her iki eğilimi (proleter sosyalist ve küçük burjuva anarko-liberal demokratist) görmek mümkündür.
Örneğin: Tekçi ve tek biçimli ekonomik-toplumsal formasyona karşı “çeşitlilik”, aşırı merkeziyetçi ve hiyerarşik yönetim (ve planlama) anlayışına karşı “katılımcı planlama ve özyönetim”, katı işbölümü ve uzmanlaşmaya karşı vasıflı-vasıfsız işlerin herkese dengeli paylaştırıldığı “dengeli iş bileşimleri”… Her birinde, geleneksel sosyalizm anlayışının ağır sorunlarını çözmeye çalışan daha gelişkin bir sosyalizm arayışını da, kapitalizmin üretici güçlerin gelişmesini tıkayan o dönemki mevcut formasyonunun doğurduğu sorunları çözmeye çalışan “daha gelişkin bir kapitalizm” anlayışına eğilimi de, iç içe görmek mümkündür. Nitekim Katılımcı Ekonomi vizyonunun gelişim sürecinde ilkinin bazı ışıltıları onun asıl çekim gücünü oluştururken, çürüme sürecinde: “Çeşitlilik” liberal çoğulculuk, “Özyönetim” radikal liberal demokrasi, “dengeli iş paylaşımı” da vasıflı mesleklerin çözülmesi ve neoliberal esnek emek organizasyonuna doğru evrilip onlarla buluşmaktadır.
Ne var ki, Katılımcı Ekonomi’nin içerdiği daha gelişkin bir sosyalizm tohumlarını bundan sorumlu tutamayız. Bu daha ziyade, kapitalizmin yeni düzleminin henüz belirginleşmediği, işçi sınıfı hareketinin büyük bir gerileme yaşadığı, Marksizmin yaşadığı paralizasyonla gelişmelere yanıt veremediği tarihsel koşullara ilişkindir.Katılımcı Ekonomi’nin içerdiği çelişkin eğilimlerden daha gelişkin bir sosyalizm arayışı tohumlarının Marksistler tarafından ayrıştırılıp bilimsel temelde geliştirilememesi, ütopik-reformist yanıyla “katılımcı, çoğulcu, özerkçi demokrasi” anlayışlarına bir girdi olduğuyla kalmasına yol açmıştır.
Her şeye karşın, anarko-komünizmin -Fourier’den Morris’e, Mülksüzler’den Katılımcı Ekonomi’ye- kapitalizmin hemen her büyük tarihsel dönüşüm sürecinin başlangıç dönemlerinde ortaya alternatif yeni toplum vizyonları koyma geleneğinin hakkını teslim etmek gerekir. Marksizmin görevi, bunları üretimin toplumsallaşması ve sosyalist devrimci sınıf mücadelesinin günümüzde iyice belirginleşen yeni temelinden, içerdiği çelişkin sınıf eğilimlerini ayrıştırmak, ileri tohumlarını özümseyerek geliştirmektir.
umudu“Anarşist olmayan anarşizm”
Katılımcı Ekonomi kuramının temel sorunu şu ki: Somut kapitalizm ve somut geleneksel sosyalizmin somut tarihsel-diyalektik tahlilinden çok, Anarşizm ve Marksizmin soyut eleştirel sentezine dayanıyor.
Michael Albert, anarşizmin her türlü yönetim, her türlü kurum ve kural, her türlü bilim-teknoloji, her türlü reform, her türlü program ve siyaseti reddeden baskın anti-sosyal versiyonunu “kötü ve ilkel anarşizm” olarak tanımlayıp reddediyor. Yerine her türlü kurum, teknoloji, örgütlenme ve yönetim biçimini reddetmediği gibi mücadelede gereği gibi kullanan, dahası “yeni bir toplumun sahip olacağı yeni kurum ve siyasi formları da tasarlayan”, “güçlü ve açık amaç ve programlar ortaya koyan” bir nevi “anarşist olmayan anarşizm” öneriyor. Katılımcı ekonomi vizyonunda çok sayıda ekonomik, siyasal, toplumsal organ (bir nevi “kurum olmayan kurumlar”), yanısıra tek tek bireylerin çalışma ve tüketimine kadar inen bir katılımcı planlama ve “Danışma ve Düzeltme Kurulları” var. Nitekim Geleceğe Bakmak’ta en çok, katılımcı ekonomi ve planlamada belli bir merkeziyetçilik içeren “Danışma ve Düzeltme Kurulları” nın “merkeziyetçi ve otoritesi olmayan” organlar olduğunu kan ter içinde kanıtlama çabasında yaşıyor. Marx ve Engels, anarşizm ile tartışma ve mücadelelerinde, anarşizmin her şeyi reddetmekten çıkıp bir devrime ve alternatif yaşam kurmaya yöneldiği her seferde, anarşizme en aykırı biçimde şu veya bu düzeyde bir merkeziyetçilik ve otorite kurmak zorunda kaldığını yeterince göstermişlerdir. Katılımcı Ekonomi vizyonu da, yeni bir toplumsal ekonomi kurgusunda kapıdan kovduğu merkeziyetçiliği bacadan içeri almak zorunda kalmak açısından bir istisna teşkil etmiyor.
Albert, yeni sosyalist ekonomi kurgusunda, “sosyalizm” kavramını kullanmamak dahil, her türlü merkeziyetçilik ve önderliği reddedip kaldırmak doğrultusunda onca çabasına karşın, bizim bugün “kolektif merkeziyetçilik”, kimilerinin de “ağsal merkeziyetçilik” dediği, yeni ve daha yüksek sosyalist demokrasi anlayışlarına doğru bir adım atmış oluyor. Salt aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya değil, dikeylik ile yataylığı birleştiren, ikisini birbirine içerili kılan, sarmal-çevrimsel bir ilişki ve işleyiş biçimini görünür kılmak açısından ilk önemli girişimlerden biri olduğunu vurgulamak gerekir. Birey ile toplum, üretim ile tüketim, bilgi ile karar, karar ile eylem, merkeziyetçilik ile ademi-merkeziyetçilik, kafa emeği ile kol emeğini, birbirinden tek yanlı soyutlamak ya da birbirine dışsal-eklektik olarak uydurmaya çalışmak yerine, doğrudan birbirine içerili hale getirecek ve çevrimsel olarak birbirine yakınsatacak bir model geliştirmeye çalışıyor. Bu çaba dikkate değerdir.Sosyalizmin uygulamada oldukça dar ve tek yanlı deneyimleri nedeniyle adeta yapısallaşmış bazı sorunlarını çözme arayışı açısından önemli katkılar içerir. Bununla birlikte her türlü yukarıdan inisiyatifi reddetme çabasıyla, anarşist eğilim de baki kalır.
th“Geleneksel olmayan Marksizm”
Katılımcı Ekonomi ekolünün, Marksizme ilk eldeki eleştirileri oldukça beyliktir. Marksizmin tüm tarih ve toplumu ekonomiye, ekonomiyi de mülkiyet ilişkilerine indirgediğini iddia eder. Üretim, çalışma, yönetim, işbölümü sorunlarını dikkate almadığı… Bunları kapitalist sanayiden farklı örgütleyemediği… Bu yüzden burjuvaziyi devirse bile, yerine (“koordinatör sınıf” dediği) farklı bir ayrıcalıklı, azınlık çıkarına dayalı ve işçileri yönetimden dışlayan sınıf geçirdiği… Sovyet ve diğer sosyalizm deneyimlerindeki sorunların uygulamadaki hatalardan çok Marksizmin “kurumsal ve kavramsal çerçevesindeki yapısal sorunlar”dan kaynaklandığını ileri sürer. İddialar, en azından Marksist tarihsel-diyalektik materyalizm anlayışı söz konusu olduğunda, apaçıktır ki yanlıştır. Marx tüm temel yapıtlarında mülkiyet ilişkilerini değil, üretim ilişkilerini temel alır. Kapitalizm/komünizm ayrımını, mülkiyet ve iktidar ilişkilerinde değişimin koşulu olduğu, asıl üretim ilişkilerindeki değişim temelinden açıklar. İşbölümünün tarihsel gelişiminin analizi ve sönümlendirilme sorununa yaklaşım tüm iktisadi ve siyasi çalışmaları boyunca geliştirdiği Marksist komünizm anlayışının, can damarlarından biridir. Kaldı ki “sınıflar işbölümünden doğdu” diyerek, sınıfların kaldırılmasının işbölümü ve değer yasasının kalkmasıyla gerçekleşeceğini en kestirmeden ifade eden, Engels’ten başkası değildir. “Burjuva demokrasisinden bin kat daha demokratik” ve katılımcılıkla da sınırlı olmayan “işçi konseyleri demokrasisi”, Marksist sosyalizm anlayışının bir diğer can damarıdır.
Geri ve kuşatılmış bir ülkeden sosyalizme çok çetin geçiş deneyiminin Marksizmin bir dizi can damarının kopmasına ve ağır deformasyonlara yol açtığı, ne yazık ki doğrudur. Bunları mazur göstermeye çalışmayız. O dönem ve o koşullarda bile, bunlar kökten çözülemese de, en azından teorik-ideolojik defermasyonlara yol açıp yapısallaşmadan, bir ölçüde üstüne çıkılabileceği, komünist devrimci çözüm yöntemlerinin mümkün olduğuna inanıyoruz. Bununla birlikte, Katılımcı Ekonomi’nin kapitalizmden sosyalizme geçiş süreci gibi, en çetin, en kritik, en somut (sosyalizmin tüm geleceğini de etkileyen) bir sorunda topun taca atmasının, devrimsiz geçiş öngörüsünün bir “alternatif” olmadığını, çünkü tarihsel-diyalektik somutluk taşımadığını vurgulamak zorundayız.
“Soyut gerçek diye bir şey yoktur, gerçek her zaman somuttur” der Lenin. Verili geri sosyalizmin deneyimlerinin o koşullarda dahi, mümkün olan tek biçim olduğunu düşünmüyoruz. Ancak daha ileri geçiş alternatiflerinin -bugünden bakıyor olmanın avantajıyla- o somut koşullar içinden somut olarak gösterilebilmesi gerekir. Yoksa karşıdevrimin tehdit, küçük burjuva köylü ekonomisin çoğunluk olmaktan çıktığının varsayıldığı koşullarda, herhalde daha gelişkin bir sosyalizmi düşünmek ve kurmak çok kolay olurdu! M. Albert’in derdi tabii ki Marksizmin ayırdedici yönünü oluşturan “proletarya diktatörlüğü” kavramıyladır: Yerine hiçbir otoritesinin olmayacağını varsaydığı bir tür “danışma” ya da “moderatörlük” kurumu geçirerek meseleyi hallettiğini sanır! Moderatörlük, bir dönemki “sosyal forumlar” sözkonusu olduğunda bir noktaya kadar anlaşılabilir, ancak burjuvazinin devrilmesiyle gerçek sınıf mücadelesinin bitmediği, farklı biçimler kazanarak devam ettiği koşullarda çok daha fazlası gerekir. İnce nokta, bu kez devrimci önderlik adına, kitlelerin mücadele içinde artan özneleşme dinamiklerini bastırıp dıştalamamak; tam tersine geliştirmektir. Kolektif gelişmeye içinden önderlik edebilen, önderliği de genişleyen temelde kolektivize edebilen bir tarzı yaratabilmektir.
umudu“Koordinatör sınıf”: Uzmanlar, profesyonaller, beyaz yakalar, kafa emekçileri sorunu!
Albert’e göre sorun -birçok konuda hemfikir olduğunu söylediği- Marksistlerin iyi niyetli devrimciler olmamasında değil, kendisinin “koordinatör sınıf” dediği işbölümüne dayalı bir üçüncü sınıfın varlığını görmemesinde. Bu nedenle burjuvaziye karşı Marksist anlayışla yapılan tüm devrimlerin bu sınıfın işçilerin katılımını engelleyen otoritarizmine yol açmasında!?
“Koordinatör sınıf” dediği, kapitalist ekonomi ve şirketlerin karar, yönetim ve koordinasyonunda belli bir rol oynayan uzmanlar ve profesyonellerdir. Eğitim, vasıf ve işbölümündeki konumlarına dayalı olarak, bilgi, beceri ve koordinasyon işlevleri üzerinde tekel kurduklarını söylediği, mühendisler, öğretmen ve akademisyenler, hekimler, avukatlar, gazeteciler, aydınlar, sanatçılar, sporcular, formenler,… hepsini içine kattığına bakılırsa, “koordinatör sınıf”tan anladığı vasıflı kafa emekçilerinden başka bir şey değil. Yani bildiğimiz, küçük statü ve belli bir mesleki özerklik sahibi modern kentli küçük burjuvaziden başkası değil! (Bir şeyin adını değiştirince kendisi değişmiş olmuyor!)
Ona göre bu sınıfın hem burjuvazi hem işçi sınıfıyla keskin çelişkileri var, Marksizm de bu sınıfın burjuvazinin yıkılmasına öncülük edip, işçi sınıfına karşı kendi ayrıcalık ve çıkarlarını gerçekleştirmenin teorisidir!? Kendini çok uzun zamandır Marksizm kılıfı altında ifade etmek durumunda kalmış küçük burjuva akımlar açısından gerçeklik payı fazlasıyla yok mu, var. Kendilerini üstün ve ayrıcalıklı, yeteneklerini toplumsal değil özel, işçi sınıfını ise kendi iradelerinin edilgen uzantısı, yeteneksiz ve cahil bir “kütle” olarak gören kibirli küçük burjuva ikameci akım ve yöneticilerin Marksizm ve Leninist örgüt anlayışında yarattığı tahribatı kelimelerle anlatmak zordur. Bu kesim, yakın zamanlara kadar, burjuva modernist sanayileşme, eğitim ve katı işbölümü anlayışı çerçevesinde, -M. Albert’in sandığı gibi temel stratejik karar ve yönetimde değilse bile- işyerlerinde ve çevrelerinde belli küçük statü ve otoriteye, belli mesleki özerklik ve inisiyatife, en önemlisi de başkalarının (vasıfsız işçilerin) emeği üzerinde belli bir kontrol yetki ve yeteneğine sahipti.
Modern küçük burjuvazinin yetişme ve düşünce tarzı, kendisinin kitlelerden üstün ve ayrıcalıklı olduğu, daha yüksek ücret, konum ve başkalarının emeği üzerinde kontrol yetkisinin kendi bireysel yeteneklerinin vazgeçilmez sonucu ve dokunulmaz hakkı olduğu, vbdir. M. Albert yeni bir şey söyleyerek Marksizme büyük çalım attığını sanıyorsa, Marx, Engels ve Lenin’in en başından itibaren bu küçük burjuva anlayışa karşı nasıl bir savaşım vermiş olduklarına bir zahmet dönüp incelemelidir. Engels henüz Komünizmin İlkeleri’nde -keza AntiDuhring’te- eğitimin toplumsal olduğunu, bu yüzden daha vasıflı olanların sosyalizmde daha yüksek ücret ve ayrıcalığa sahip olmayacağını kesinler. Keza Lenin’in Bir Adım İleri Bir Adım Geri’de kendini işçi sınıfı ve kolektif mücadele gereklerinin üstünde ve ayrıcalıklı gören, liberal özerkçiliği dayatan menşevik aydınlara karşı savaşımı…
Lenin, iç savaş yıkımı ve işçi sınıfının erimesi koşullarında uzmanlara büyüyen ihtiyaçla birlikte, bir yandan uzmanlara belli ayrıcalık ve kesin yetkiler verilmesi, diğer yandan işçi sınıfı tarafından denetlenmeleri gibi, iki yanlı bir çözüm geliştirmeye çalıştı. Çözüm olmadı. Albert’in o dönemlerde işçi sınıfının çoğunluğunu oluşturan vasıfsız kol işçileri ile kafa emekçilerini birbirini yakınlaştırmaya çalıştıştıran “dengeli iş bileşimleri” farklı bir çözüm arayışıdır. Bununla birlikte Albert’in “Geleceğe Bakmak”tan 20 küsur yıl sonra halen görmezden geldiği, tüm sorunu indirgediği “kafa emekçileri” sorununun günümüz kapitalizminde nasıl bir dönüşümden geçtiğidir.
Kafa emekçileri büyük çaplı yığınsallaşmış, büyük bölümü yıkıcı proleterleşme süreçlerine itilmiştir. Bırakalım yönetimde söz, başkalarının emeği üzerinde kontrol sahibi olmayı, kendi mesleği ve emeği üzerinde özerk kontrol olanağını dahi tümden yitirmektedir. Kafa emekçilerin genişleyen kesimi yığınsal ve yıkıcı biçimlerde işçileşip, işçi sınıfının bileşeni haline gelirken, vasıfsız kol işçilerinin önemlice bir kesimi de eğitim ve teknik düzeyi nisbeten yükselerek, kafa ve kol işlerini birleştiren “teknik ara eleman” haline gelmektedir. Tüm bunlar, Katılımcı Ekonomi’nin neden eski ilgiyi görmediğini açıklar. Fakat diğer taraftan, bilgi-beceri üzerinde tekel ve başkalarının emeği üzerinde kontrol kurmaya dayalı küçük burjuva modernist örgütlenme ve önderlik anlayışının da, her iki yönden (hem işçi sınıfının gelişimi, hem de kafa emekçilerinin ayrıcalık ve otoritelerinin çözülmesi) zemininin nasıl ve neden kaydığını, daha gelişkin bir kolektif merkeziyetçiliğe geçiş zorunluluğunu da açıklar. Katı merkeziyetçilik, katı uzmanlaşma/işbölümü anlayışının adeta tartışılmaz olduğu, aşağıdan inisiyatifin küçümsendiği koşullarda, enformasyon teknolojisi vbnin sağlayacağı yeni olanaklara ilişkin önemli öngörülerle “aşağıdan katılımı” öne çıkaran bir gelecek projeksiyonu yapmış olmak Albert’in erdemidir. Fakat günümüzde, bu kez ortalığın post-modern “katılımcılık”tan geçilmediği, “yukarıdan inisiyatif”in küçümsendiği koşullarda, bunu yeni ve daha gelişkin bir kolektif önderlik tarzıyla birleştiremeyip liberal reformizmin içinde eriyip gitmek, Katılımcı Ekonomi’nin trajedisidir.
michael-albert-USA-600x440Katılımcı Ekonomi’nin 4 temel ilkesinin eleştirel değerlendirmesi: Dayanışma, Çeşitlilik, Hakkaniyet, Özyönetim…
Dayanışma
“İyi bir ekonomi, kapitalizmdeki yükselme yarışının aksine, bir dayanışma ekonomisi olmalıdır. Toplumsal sorumsuzluk değil, sosyallik yaratmalıdır. Üretim, tüketim ve tahsisat kurumları, antisosyal insanları bile kendi refahını artırmak için başkalarının refahıyla ilgilenmeye zorlamalıdır. Daha iyi duruma gelebilmek için başkalarının içinde bulunduğu koşulları göz önüne alarak ve bunlara saygı duyarak hareket etmeniz gerekir.”
M. Albert’in dayanışmayı basitçe bir niyet, dilek, vicdan, ahlak, güven, hatta sosyalizmin ilk evrelerinde herkeste olması beklenmeyecek bilinç sorunu olarak görmemesi, bunu ekonomik organizasyon ve planma tarz ve işleyişine en baştan içerili kılması, önemlidir. Dayanışma geniş anlamıyla, karşılığında ne alınacağından çok, öncelikle başkalarının gereksinimi gözetmektir, vermenin başkalarından almayla değil, almanın başkalarına vermeyle dolayımlanmasıdır. Başkalarının ihtiyaçlarını gözetmeden almanın öncelikli olması ise, doğrudan özel mülkiyeti varsayar, emeğin canlı veya maddeleşmiş biçimini sadece kendi tasarrufu ve çıkarı altında tutmak anlamına gelir. Üretim araçları kolektif mülkiyet olsa bile, çalışma yeteneğinin kişinin özel mülkiyeti sayılmaya devam etmesi, kaçınılmaz olarak kapitalist özel mülkiyeti içinde taşımaya devam eder. Bu yüzden biçimsel değil, gerçek dayanışmanın, bireylerin kararlarına doğrudan içerili hale getirildiği bir toplumsal işleyiş biçiminin geliştirilmesi gerekir. Bu tür gelişkin bir dayanışmanın temeli, özel mülkiyet ve piyasa olamayacağı gibi, işbölümü de olamaz. Dayanışmanın temeli, insanların birbirinin ihtiyaçlarını yakından izleyip değerlendirebileceği açık-toplumsal bilgi sistemleri ile birlikte, konseyler ve komünler, yani insanların birbiriyle kurduğu elbirliğidir. İstenilen her konuda açık erişimli toplumsallaştırılmış bilgi sistemleri, olası kararların toplumsal sonuçları konusunda fikir veren toplumsal gösterge sistemleri, kararları daha bilinçli ve dayanışmacı olarak verme olanağını sağlar.
Katılımcı Ekonomi, işçilerin hem üretici hem tüketici konseylerinde örgütlenmesini öngörür. İşçiler tüketici olarak, bir üründen daha fazla yararlanmak istediklerinde, o alanda çalışan işçilerin çalışma koşullarına etkisini gözetmek durumdadır. Ya da işçiler çalışma saatlerini daha da düşürmek isterken, bunun toplumsal ihtiyaçları nasıl etkileyeceğini gözetmek durumundadır. Böylece üretici ve tüketici işçi konseyleri, birbirlerinin ihtiyaçlarını bilerek, neyin, kimler için, ne kadar, nasıl ve hangi koşullarda üretilip tüketileceğini birlikte değerlendirir. Kimsenin zararına olmadan herkesin durumunu iyileştirecek yeni düzenleme kararlarını kendi ve birbirlerinin durumunu birlikte değerlendirip alırlar.
Bir işçi toplumsal ortalamadan daha az veya daha çok çalışmak, bir tüketici toplumsal ortalamadan daha çok tüketmek isteyebilir, yıllık-aylık bireysel çalışma ve tüketim planı önerisini buna göre sunarken, nedenlerini belirtmesi ve işyeri ve yerel tüketici konseylerini ikna etmesi gerekir: Çünkü diyelim ki bir kişinin çalışma ve tüketiminin değişmesi, işyerindeki çalışma arkadaşları ve mahallesi/komünündeki yaşam olanaklarından başlayarak kademe kademe tüm toplumu etkiler. Bu yüzden ilk öneriler bireysel olarak verilirken, bunların ortaya çıkartacağı ilk toplumsal göstergeler bilinerek, daha sonra konseylerde birlikte değerlendirilerek, konsey önerileri haline getirilir. Burjuva ekonomisinde “dışsallıklar” denilen yararları kendine zararları topluma mal etme durumu da ortadan kaldırılır. Talep edilen her ürün ve hizmet, sağlayacağı yarar ve konfor kadar, topluma, sağlığa, doğaya, gelecek kuşaklara yan etkileriyle birlikte değerlendirilir.
Katılımcı Ekonominin bu amaçları gerçekleştirmek için önerdiği yöntem ve işleyiş biçimi kuşkusuz tartışabilir. Fakat önemli olan herkesin çalışması kadar tüketimin de birbirine bağlı, tek kelimeyle toplumsal olduğunu göstermesidir. Kendi durumunu başkalarının sıkıntısını artırarak ve başkalarına kayıtsızlıkla değil, ancak başkalarının sıkıntısını hafifleterek ve yararını gözeterek geliştirmeyi sağlamasıdır.
ekonomiÇeşitlilik
“İyi bir ekonomide üretim, tüketim ve tahsisattan sorumlu kurumlar sadece çeşitliliği korumakla kalmayacak, sorunlara farklı çözümler bulmayı ve çözümlerin çeşitliliğine saygı duymayı da ön plana çıkaracaktır…İyi bir ekonomi, yanılabilir varlıklar olduğumuzu ve bütün umutlarımızı ilerlemenin tek bir yoluna bağlamamamız gerektiğini, aksine, farklı ama paralel mecraları ve seçenekleri araştırarak hasara karşı kendimizi güvenceye almamız gerektiğini de kabul edecektir… Ancak sapkın bir insan, diğer bütün koşullar aynı olduğunda, seçenekleri çeşitlendirip çoğaltmaktansa, daraltıp tektip hale getiren bir ekonominin daha iyi bir ekonomi olduğunu söylecektir. Çeşitlilik, katılımcı ekonominin ikinci sıradaki değeridir.”
Buna da büyük ölçüde katıldığımızı, ancak liberal çoğulculukla sınırlarımızı çekerek katıldığımızı belirtelim. İnsanın özgürlük alanını ve olanaklarını (kabaca: neyi yapıp neyi yapamayacağını) esasen üretici güçlerinin gelişme düzeyi belirler. İnsanın üretici güçleri ne kadar gelişirse özgürlük potansiyeli de o kadar genişler. Ancak hiçbir üretici güç, doğurduğu yeni yapılabirlik olanaklarını kendi başına teke, tek biçime indirgemez. İnsan her durumda yapabileceklerini yapar, yaptıkları ise yapabilecekleri içinde sadece biridir, çoğu durumda yaptığı yerine daha gelişkin şeyler yapabileceğinin farkında bile değildir. Üretici güçlerde her yeni gelişme çoklu yapılabilirlikler alanını genişletse de, bunları tek’e ve tek biçime indirgeyen, diğer tüm olanaklı seçenekleri dışlayan -hatta farklı yapılabilirliklerin düşünülmesini bile dışlayan- mevcut kapitalist üretim ve egemenlik ilişkileridir. Nitekim neoliberal kapitalizm tüm şu olağanüstü çeşitlilik görünümüne karşın, özellikle de ekonomi alanı söz konusu olduğunda, her şeyi nasıl bir tekçi meta-varoluş biçimine indirgediğini, bunun dışındaki her türlü varoluş biçimini nasıl yok ettiğini biliyoruz.
Seçme-özgürlük ilişkisi ve insanın özgürlük alanının genişlemesi basitten karmaşığa şöyledir: 1- Kendisine sunulan seçeneklerden birini seçme özgürlüğü. Kapitalizmde özgürlük bundan ibarettir. 2- Verili koşullar içinde yapılabilir olan ancak verili sistem tarafından engellenen ve gizlenen daha gelişkin yapılabirlirlik olanaklarını keşfetmesi ve bunun için mücadele etmesi. 3- Verili koşullar içinde olanaklı da olmayan, yeni ve daha yüksek yapılabilirlik yetilerini yaratması… Sosyalizm bu temelde düşünülebilir. Sosyalizm bir tekçi varoluş biçimi yerine, başka bir tekçi varoluş biçiminin geçirilmesi kesinlikle değildir. Sosyalizm adına her şeyin tek tip üretim ve tüketimi, tek tip giyim, tek tip konut, tek tip eğitim, tek tip çalışma ve yaşam çok kısır bir yaklaşımdır. Önemli olan özün sağlam tutulması, biçimde, uygulamada, yol yöntemde azami çeşitliliğin sağlanmasıdır. Sosyalist insanın gelişiminin, aynı amaca götüren fakat farklı seçeneklerinin olduğunu bilmesi, bunların her birinin kendine ve başkalarına getirebileceği gelişme, özgürleşme, yükümlülük ve külfet boyutlarını tartıp birbiriyle karşılaştırabilmesi, kararlarını farklı seçenekleri bilerek verebilmesi bile başlıbaşına geliştiricidir.
Katılımcı ekonomi, bu açıdan ilginç bir sistem getiriyor. Herkes önce aylık, yıllık kendi bireysel çalışma ve tüketim istemi önerilerini getirir. Sonra her düzeydeki işçi ve tüketici konseylerinde tartışılır, yeni önerileri konseyler getirir Bir dizi turdan sonra, genel eğilimler dikkate alınarak, yıllık plan 5 seçeneğe indirilerek herkese sunulur. Mükerrer oylama her turda en az oy alan seçeneğin elenmesi, fakat geriye kalan seçeneklerin de, elenen seçeneğin iyi yönlerini alınarak yeniden düzenlenmesiyle yapılır. Sonuçta kuşkusuz yine tek bir yıllık plan olacak, fakat diğer tüm seçenekleri baştan dıştalayan değil, onların da olumlu yönlerini özümseyerek aşabilen bir plan olacaktır. Karşıtlık içermedikçe, azınlıkta kalan öneri ve seçeneklerin olumlu yönlerinin çoğunluk kararlarına içerilmesi, çoğunluk kararlarının bu temelde yeniden düzenlenmesi, üzerine düşünmeye değer bir yaklaşım. Dahası karara bağlanan plan baştan öngörülemeyen sorunlar ortaya çıkardığında, yine toplumsal olarak eleştirilmeye, güncellenmeye, değiştirilmeye açık bir plan olacaktır…
Katılımcı Ekonomi’nin verili olanaklar içinde, farklı yapılabilirlik seçeneklerini gözetmesi önemlidir. Bununla birlikte, ufkunun sosyalizmle sınırlı olması, özgürlüğü verili olanaklar içinde farklı seçeneklerin keşfedilmesine indirgiyor. Daha üst komünist özgürlük mertebesi ise, verili olanaklar içinde yapılabilir de olmayanı, olanaklı hale getiren yaratıcılık yeteneğinin geliştirilmesi ve herkese mal olmasıdır. Sosyalist özgürlük, verili seçeneklerden birini seçmekten ibaret liberal özgürlüğü aşmakla kalmamalı, verili koşullarda olanaklı diğer seçenekleri keşfetme ve seçme özgürlüğünü, olanaklı olanın ötesindeki seçenekleri de olanaklı kılacak yaratıcılık özgürlüğü ile birleştirebilmelidir. Ancak komünizmde insanın özgürlük alanı, geçmiş tarafından belirlenmekten, dolayısıyla seçim sorunu olmaktan çıkar, mutlak bir oluş haline gelir.
Peki, sosyalist çeşitlilik anlayışı ile liberal çoğulculuğu nasıl ayırtedebiliriz? Çeşitlilik; ırkçılık, dincilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik, gericilik, muhafazakarlığı vb barındırdığı ölçüde, isterse en ılımlı biçimleriyle olsun, liberal çoğulculuğa dönüşür. Katılımcı Ekonomi, özellikle ekonomiden üstyapıya doğru gidildikçe bu ayrımı yapamaz hale geliyor. Dinin, milliyetin, ailenin vb liberal demokratik çoğulcu biçimiyle uzlaşıveriyor. Diğer taraftan ayrım kritik önemdedir, zor ve çok hassasiyet gerekir diye bu kez her türlü çeşitliliğin bastırılması, aynı ölçüde felaket olur. Sosyalist toplumun gelişimi, ancak gerici-liberal olmayan toplumsal-kültürel çeşitliliğin korunması ve zenginleştirilmesi ile mümkün olur.
Not: Katılımcı Ekonomi: Geleceğe Bakmak yazımız, “hakkaniyet” ve “özyönetim” ilkelerinin eleştirel değerlendirmesinin olduğu ikinci ve son bölümle devam edecek.



YORUM YAZ

Girdiğiniz e-mail adresiniz yayınlanmayacaktır. lütfen zorunlu alanları doldurunuz *
 *